Türkiye’de henüz görülmeyen ancak kısa sürede dünyanın birçok ülkesine yayılan maymun çiçeği hastalığıyla ilgili Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz’dan açıklama geldi. 20 gün içinde 21 ülkede tespit edilen hastalığa ilişkin konuşan Yavuz, Türkiye’nin, konumu gereği seyahatler için geçiş ülkesi olduğu ve bundan dolayı risk altında olduğunu belirtti. Yavuz ayrıca, ülkemizde hastalığın görülmesi durumunda karantina süresinin 28 gün olabileceğini ifade etti.
İlk olarak İngiltere’de ortaya çıkan ve günler içerisinde dünyanın birçok ülkesine yayılan maymun çiçeği hastalığı, yeni kâbus olma yolunda ilerlerken, hastalığa ilişkin çalışmalar da sürüyor. Türkiye’de henüz görülmeyen maymun çiçeğine ilişkin konuşan Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, olası bir vaka durumunda karantina süresinin 28 gün olabileceğini söyledi…
Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı ve Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, Kovid-19’da gelinen son durum ve dünyada endişeyle izlenen monkeypox (maymun çiçeği) salgınıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Koronavirüste ölüm ve vaka sayılarının tüm dünyada azalma eğiliminde olduğunu belirten Prof. Dr. Yavuz, yeni varyantlarla ilgili “yaz ya da sonbaharda yeni dalgalara yol açar mı” endişesi yaşandığını ve sürecin yakından takip edildiğini kaydetti. Prof. Dr. Yavuz, “Ayrıca bundan sonra yapılacak aşıların içeriğinin belirlenmesi için Dünya Sağlık Örgütü’nün aynen grip aşılarında olduğu gibi bir organizasyonu söz konusu. Yani nasıl grip aşıları her yıl yenileniyor, böyle bir yenilenmeye ihtiyaç var mı, bunu göreceğiz sonbahara doğru. Çünkü şu an dünyada BA.2 varyantı da artık azalıyor. Diğer varyantlar, BA. 4, 5, Amerika’da çıkan BA.12 varyantları, bulaşık özellikleri daha yüksek olduğu için, baskın hale geçti. Onlar da kaçıyorlar aşı bağışıklığından. Dolayısıyla aşı takviminde bir değişiklik gerekecek mi bunun cevabını arıyoruz” dedi.
Maymun çiçeği salgınına dair de önemli bilgiler veren Prof. Dr. Yavuz, ilk kez 7 Mayıs’ta İngiltere’de tespit edilen vakanın üzerinden geçen 20 günde, tam 21 ülkede yeni vaka tespit edildiğine işaret ederek “Koronavirüs’teki gibi büyük bir pandemi beklenmese de burada en büyük sıkıntı; virüsün hayvan konaklardan da geçebilmesi nedeniyle, kontrolünün zorlaşabileceği” diye konuştu. Prof. Dr. Yavuz, “20 günde, 21 ülkede vaka tespit edildi. Bu bayağı bir salgın olduğunu gösteriyor bize. Gerçek boyutunu da tam olarak bilemiyoruz. Bu sadece yakalanan olgular. Sürveyans (takip) sistemi iyi olan ülkelerin yakaladığı olgular. Aslında bilinenden çok daha fazla vaka olduğu tahmin ediliyor. Eldeki verilere göre pandemik kapasitesinin çok yüksek olmadığı düşünülüyor. Çünkü solunum yoluyla çok etkili bir şekilde bulaşamıyor, ya da asemptomatik dönemde bulaştırıcılığı yok diye kabul ediliyor. DNA virüsü olduğu için çok mutasyon geçirmeyecek diye tahmin ediliyor. Ama tabii ki mikroorganizmaların yakın takip edilmesi gerekiyor. Çünkü daha önce koronavirüsler de bu kadar bulaşıcı olarak bilinmiyordu. SARS hele hiç yayılmıyordu mesela” dedi.
Prof. Dr. Yavuz, henüz Türkiye’de vaka tespit edilmediğini ama ilk vaka çıkarsa neler yapılması gerektiğini ise şu sözlerle anlattı:
“Türkiye’de düşünsenize hiç görülmemiş bir hastalık. İlk hastanın, döküntüler tamamen kuruyana kadar izolasyonda kalması gerekecek. Çünkü toplumda hiç görülmeyen bir hastalık ki ilk defa olacak. Daha önce yayılmamış bir hastalık yani, bu şekilde belki yayılmasını engelleyebiliriz. Hasta tespit edildikten sonra tüm lezyonlar kuruyacak, kabukları dökülecek, çünkü oralardan da bulaşma söz konusu olabiliyor; bu da 2 ila 4 hafta kadar sürüyor. Semptomlar çıktıktan, döküntüler başladıktan sonra 14-28 gün arası hasta olan kişinin izolasyonu gerekiyor. Temaslıda ise semptomlar oluşmadan aşılama yapılması ve 21 güne kadar izolasyonu söz konusu olabilir.”
Hastalığın bulaşma yolunun döküntülerle yakın temastan geçtiğine işaret eden Prof. Dr. Yavuz, “Döküntülerde bol miktarda virüs var. O döküntü veya hastanın çıkartılarıyla diyelim (vücut sıvıları) yakın temasla bulaşır. Mesela konuşurken de uzun süre çok yakın temasta, bulaşma riski var. Çünkü Afrika’daki salgınlarda yapılan çalışmalarda, ev halkının yüzde 10’una yakın, temasla bulaştığı tespit edilmiş” dedi.
Hastalığın yayılması Kovid’den zor olsa da neredeyse Kovid’den daha fazla ölümcül olabilen bir virüs olduğuna da dikkat çeken Prof. Dr. Yavuz, “Bir diğer sıkıntı da çiçek hastalığının akrabası bir virüs olmakla birlikte, hayvan rezervuarlarında bulunabilmesi. Gerçek hayvan rezervuarı hangisi, onu bile bilmiyoruz. Böyle bir hastalık olduğu zaman, hayvanlarda da etken olabiliyorsa, Kovid’den de biliyoruz, o zaman kontrolü daha zor oluyor. Bir de kişi semptomatik olduktan sonra yani hastalık belirtileri başladıktan sonra bulaştırıcılık oldukça uzun sürüyor. Kabuklanmaların hepsi, vücutta çıkan döküntülerin hepsi yok olana kadar bulaştırıcılığı sürebiliyor. Ama hastaları yakalamak kolay olduğu için, döküntülerden hemen tanıyıp hastayı izole edip, çevresini de ‘ring aşılama’ dediğimiz şekilde aşıladığınız zaman kontrol altına alınabileceği düşünülüyor” şeklinde konuştu.
“Bizim de Türkiye olarak hızlıca vaka tanımlaması yapmamız lazım ve sürveyansı (takip) artırmamız lazım” diyen Prof. Dr. Yavuz, şu uyarılarla sözlerine devam etti: “İnsanların farkındalığını arttırmamız lazım. Vakayı görecek olan hekimlerin eğitimlerini artırmamız lazım çünkü uzun zamandır görülmeyen bir hastalık. Biz KLİMİK Derneği olarak bugün hekimlerimize yönelik bu yönde bir eğitim toplantısı yapıyoruz örneğin. Türkiye’de 1980’e kadar aşılanma vardı, 80’den sonra aşılı olan yok. Dolayısıyla en geç aşılanan grubun bile aşısının üzerinden 42 yıl geçmiş. Aşısı olup da hastalığa yakalanan var. Aşı ne kadar koruyor, gene kısmi bir koruyuculuğu olacaktır. Ama bunun yüzde 80-90 düzeyinde olması beklenmiyor açıkçası.”
2001’de Amerika’da gerçekleşen şarbon saldırısı sonrası ülkelerin çiçek virüsüyle de ilgili alarma geçtiğini ve biyolojik saldırı tehdidine karşı çiçek aşısı temini gerçekleştiğine de değinen Prof. Dr. Yavuz, Türkiye’nin de o yıllarda belli bir miktar çiçek aşısı aldığını söyleyerek sözlerini şöyle noktaladı: “Çiçek aşıları stoklamıştı bazı ülkeler. Sanırım Türkiye’de de 2011 yılında belli bir miktar aşı alınmıştı. Aslında öngörülüyordu maymun çiçeği salgını. Çünkü Nijerya’da 2017 yılında birdenbire ortaya çıktı, şu andakinin bir modeli orada yaşanmıştı zaten. Böyle bir hazırlık vardı. Bu nedenle de 2019’da, daha az yan etkisi olan MVA (nonreplike atenüe canlı aşı) aşısına EMA ve FDA onay vermişti. Ama o aşı da kitlesel aşılamalarda henüz büyük çapta kullanılmadığı için, koruyuculuğuyla ilgili acaba etkinliği ne olur diye düşünülüyor. Maymun çiçeğinde riskli grup daha çok çocuklar ve gebeler. O yüzden ekstra dikkat edilmesi gerekiyor bu grupta.” (DHA)